Bu Blogda Ara

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Mahmut R. Gazimihâl: Köçeklik

Çarlık zamanı Türkistânı'ndan Türk şehir oyunlarına dair iki akran Fransız'ın müşahede hatıralarını geçen sayımızda nakletmiştim. Nispeten zamandaş müşahedeleri mukayeseye küçük bir imkân hazırlamış olmak üzere bugün da üçüncü bir Fransız'ın eski İstanbul'daki oyun müşahedesini çevirmeyi faydalı buluyorum: Kırım muharebesi sıralarında memleketimize gelen Theophile Gautier «Şark» adlı eserinin III. faslı olan «Türk tiyatrosu» bahsinde, köçekliğin yasaklanmasına takaddüm eden yıllarda bu esnaflığın gün gören girginliğine de şahit olup garptan konuya dair belki de sonuncu hatırayı anlatmıya şöyle devam etmiştir:

«Rakı ticareti Frenk'e kazanç getirmiyor. Frenk de uşağı da kabare işinde son derece pratik. Dükkâna müşteri çekmek için daha kuvvetli cazibe lâzımdır: çalgıcılarla çengiler tutuluyor.

«Çengiler kadın kıyafetinde genç oğlanlardır, zira Türk iffet telakkisi kadınların seyirciler karşısına çıkmasına müsade etmez.

«Müz'iç hamal çengileri kucaklıyor ve her şeyi altüst ediyor. Fakat derhal üzerine yağdırılan sopalar onu kaçırıyor ve bir ağacın tepesine sığınmıya mecbur ediyor; bu suretle koreografik hareketlerin devamı mümkün oluyor.

«Bu çengiler, daha doğrusu köçekler, ayrıca anlatılmıya lâyık; bir tanesi, hatlarının inceliği, gerdanının beyazlığı lüle lüle sarı saçları, başının üstünde Yunanvari duran mavi çevresi, mütevazı tavrı ve ince beliyle tepeden; tırnağa kadar genç ve güzel bir kadın tesiri içinde insanı aldatıyor. Kostümünün diğer kısımları daha da zarifti; bunlar sutaşlarla süslenmiş yeşil çuhadan bir camadan, bürümcükten bir pirehen, üst üste giyilmiş patlıcan moru taftadan, sarı saçaklı iki tüniğin üstünde beli sıkan kırmızı ipek bir kuşaktan mürekkepti.
 
«Öbür ikisinin de, arkadaşlarından, al feslerinin çevresinde kocaman bir örgü teşkil eden takma saçlarından ibaret saç tuvaletinden başka hiç bir farkları yoktu. — Bu trio vücutlarını büke büke bellerinin alt kısmını kıvıra kıvıra, bizim (yani Fransa'nın) Belediye çavuşlarının iffet hislerini rencide edecek kadar, 'bir nevi Rum tarzından ve hayli orijinal karakterde ve seyredenleri son derecede teshir ederek oynuyorlar.

«Çengilerin yerini kırmızı haçlarla süslü cepkenli ve kara tozluklu, kırma fistanlı Arnavutlar alıyor, memleketlerinin cengâver ayağına uyarak müthiş asap kıvranmalarıyla oyunlarını oynuyorlar. Tıraşlı şakakları, tepelerinde kırmızı börek kabuğu gibi küçük birer top bulunan beyaz takkeleri, pala bıyıkları ve iri gözleri simalarına vahşi ve farfara — âdeta Rabelais'nin «korkunç» diyebileceği — bir ifade veriyor. Burada onların ahlâkına hiçbir leke sürmek istemem, hiç itimat telkin etmeyen bir halleri vardı diyebilirim.

«Artık Frengin kabaresi zevküsefaya alem olmuş ve.şöhreti İran Şahına, kadar erişmiş, hem de maiyetiyle beraber gelmesine sebep olmuştur. İranlılar Türk tiyatro sanatında tıpkı bizim vodvillerde İngilizlerin oynadığı rolü oynuyor. Israrlı aksanları, dimdik ciddiyetleri, garip ve bambaşka kostümleri, bitmez tükenmez cerbezeleriyle at başı beraber gidiyor.

«Şah (Piskoposların Mytre'i gibi) İran külâhına sarılmış acayip bir sarığın üstünde kat kat ve büklüm büklüm duran şalın ağırlığı, altında ezilmiş gibi. Arkasındaki Keşmir örneğinde çiçekli sarı hil'atının üzerinde ikinci bir şal kadit vücudunun, etrafında yirmi defa dolanmış, elinde halısına oturduğu zaman dirseğini dayamasına yarıyan demirden bir destek tutuyor. Bu şahın içkiden ve esrardan harap olmuş bir çehresi var. Âşık Şeytan (= Diable Amoureux) balesinin Esir Pazarı sahnesindeki Elie'ye şâyanı hayret derecede benziyor. Şahın gerisinde, siyah kuzu derisinden papakları ve İran usulünce bellerine takılmış sıra sıra silâhlarıyla altı haydut yürüyor. Şah yerini alıyor, dans yeniden başlıyor. Şah o kadar memnun oluyor ki, Frenge beşyüz kese bahşediyor. O da artık hamala borcunu ödeyebiliyor.

«Türkçe bilmediğim için pantomiminden başka bir şeyini takip edemediğim bu hars (= farce) hazır bulunanların vakit vakit coşan kahkahalarından anladığıma göre, çok komik olmalı. Aktörler rollerini büyük bir hararetle ve entonasiyon değişiklikleriyle oynuyor. Frengin Avrupalı aksanını Şahın İranlı aksanını ben bile farkedebiliyorum.» diyor. Aldığımız kısım burada bitiyor (1). Anlaşılıyor ki, hamalın ağaca kaçırılmasından borcun ödenmesine kadar, şah ve maiyeti, giyim, rol ve taklitleri, ayrıca da zengin rakıs sahneleri ile bu temsil «Frengin kabaresi» adı takılabilecek surette bir mudhike ahenginden ibarettir.

Eskilerden bir İtalyan ressam tarafından yapılmış tablosunun ve kayıtların belirttiği üzere Venedik'te bir Türk tüccar antrepoları mahallesi vardır, Türk gemicilerinin eğlenceleri orada eksik olmaz, alâka toplardı. Karşılık olarak Galata da yüzyıllar boyu Avrupalı tüccarların antreposu oldu, garp gösteri ve ahenklerinin her çeşitini en eski basit halleriyle tanıttı. Karşılıklı etkileşmeler imkân dahilinde, fakat zihniyet mukavemetleri o nispette sert birer fren gücündeydi. Köçeklerin sanatı XVI. yüzyıl Türk kahvehanelerinden itibaren baskın kaldı. — Nuruosmaniye Kütüphanesi'nin yazmalar bölümünde saklı «Tarifnamei İstanbul» başlıklı anonim el yazmasında deniliyor ki: «Galata dünyanın işretğâhı ve bezmgâhıdır. Zevk ü sefa darbımesel olmuştur. Her köşesi bir Frengistan mülkünden üstündür. Şarap bezmi oradan gayrı yerde haramdır. Halkı ya şarap içer, ya şarap satar. Her halde ellerinden kadeh düşmeyen adamlardır. İstanbul'un ne kadar zevk düşkünü kalleş ve ayyaşı varsa melâl ve kilâli defi içün orada saz ve sözü öyle irgüdürler ki sazlarının ahengi zühre çengini bir kıla almaz, güneş dairesini pula saymaz; deveran-ı bezminde ne kadar sagar sürmüş hanende ve sazende varsa orasını kendisine merci ve menzil edinmiştir. Her tarafında birçok mest ve meyperestler hayran ve lâ-ya'kal, sarıkları perişan, kendileri bednam olmuş görülür» T. Gauter'nin müşahedesi görünüşe göre en lüks âlemlerinden biridir oranın.

Küçük sıfatından daima ayrı kalmış olan Köçek kelimesi zannımca «köçmek» fiilindendir. En eski Türkçede g ile başlayan kelime hiç yoktu: meselâ göçmek fiilimizin en eski kayıt ve söylenişi «köçmek» idi. Kötek, Kürek veznindeki Köçek, bu haliyle halis Türkçedir, fakat en eski Türkçede izi yoktur! Küçücek küçültmesinden muhaffef olması mümkündür. Farsçada «kö» ile başlayan kelime olamazdı, kuşek demeleri gerekirdi: ferhenklere bakılırsa, erkek veya kadın çengi anlamına bir guşek adı Farsçada hiç bir zaman yer bulmamıştır. Nitekim Türkçe «çengi» kelimesinin de Farşça çengi nispetiyile tesadüfi andırışmadan başka her hangi bir ilişiği yoktu. Kaşgarlı Mahmut Türkçe «çenk» adının zil demek olduğunu yazmıştır. Çengi, zilbazdır.. Telli çeng başka sazdı, Çin'de de vardı. Köçekliğin menşei İç Asya'dadır, Türkistan'da hâlâ vardır. İslâmiyetten önce şamanlıkta da vardı. Dikkat edelim.

(1) T. Gautier, L'Orient: Le theatre turc (Paris 1877, Charpantier Editeur, s. 87). - Bu «La Turquie» bahsi, W. Duckett'in "La Turquie Pittoresque, (Paris 1855) kitabının önsözünde de çıktığına göre, yüzyıldan daha öncemize aittir; fakat Kırım muharebesi sıralarında yazılmış olmalıdır. Th. Gautier'nin Fransız bale tarihine, «romantik bale»yi üstün görü teşvik etmiş olması yolunda bilhassa zamanı için haklı bir anlayış payı vardır. Köçekliği iyi karşılamış ve tarif edebilmiş olmasının sebebi budur.

Bkz. Türk Folklor Araştırmaları 6 (1959) 123: 2001-2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder