Bu Blogda Ara

16 Ocak 2014 Perşembe

Roz Kohen: Bostancı'nın Eski Mendireği

© Roz Kohen - Annem Ester Kohen
Bostancı'da mendirek üzerinde,
bir kış ziyareti esnasında (mart 1960).
Roz Kohen "Yahudi İstanbul'unu / İstanbul Yahudileri'ni" anlatıyor: İstanbul'da Yahudiler ve Yahudi Yaşamı

[KanalKultur] - 1950'li ve 60'lı yılların yaz aylarını geçirdiğimiz Bostancı semtinde, bir de mendireğimiz vardı. Bugün, eski mendireğin bulunduğu yerde, yeni ve daha büyük bir mendirek var...

Son İstanbul ziyaretimde, yeni Bostancı mendireğini ancak şöyle uzaktan görebildim; ama ince ayrıntılarına kadar hatırladığım eski "Bostancı Mendireği"dir:

Mendireğe giriş, hemen kıyıda bir tepe üstünden idi.

Güneşten kararmış cildi ile genç bekçisi; özel kayık, motor ve yelkenlerini mendireğe bırakmış olanlara hizmet ederdi.

© Roz Kohen - Annem Ester Kohen,
ablam Dora ve ben -
Mendireğin uç kısmında
(19 temmuz 1959)
Önceleri sandal ve motor sahibi Rum ve Yahudi ahbaplarımızla sandal gezilerine çıkmaya gelirdik. Hafta arası sandal ve motorla gezinenler çoğunlukla hanımlar ve çocuklardı. Toprak tepeden iner, bekçinin mendireğe yürüyerek gidip kayığı girişe getirmesini beklerdik. Ondan sonra da aheste aheste kürek çekip Bostancı'nın "Kumru Yuvası" adı ile bilinen kumsala yollanırdık...

Aradan bir kaç yıl geçince, mendireğe yüzmeğe gelen babalarımızın peşine takılmağa başladık. Beton duvara tahta bir merdivenle tırmanır, tek sıra dar duvarın üzerinden mendireğin fenerine doğru dengemizi sağlıyarak bazen de el ele yürürdük.

Beton duvarın her iki yanında, yığılmış koca kayalar bulunur ve fenerin olduğu üç kısmından genellikle iyi yüzücüler denize atlardı. Buranın müdavimleri de artık kayaların  yerini bellemiş, belki de bir kısmını oynatıp neredeyse denize ulaşmayı rahat hale getirmişti.

Acemi yüzücüler ve biz gençler başlarda tutunarak, sonra da daha bir cesaretlenerek en kıyıdaki ve mendireğin adalara bakan yüzünden denize girmeğe başlamıştık. Burasını en çok tenha olduğu için seviyorduk. Uzaktan Bostancı'nın iki plajının ve vapur iskelesinin göründüğü bu uçtan denize girebilmek, hepimize ayrıcalık sağlıyordu sanki. Üstelik plajlara giriş ücreti ödemeden bu tertemiz kıyıyı kendimize mal etmiştik. Denize girdiğimiz kayalığın uzun ve derince oluşu; kumluk olmadığı gibi, yosunların arasında afacan arkadaşlarımızın elleri ile yengeç tutmuş olmaları da başka bir ayrıcalık sağlıyordu hepimize...

Derken, mendireğin daha girişine yakın olan beton küpleri keşfettik. Beton küplerden denize girenler, en çok 10-15 yaşındaki çocuklarıyla yüzmeğe gelen bir kaç ev hanımıydı. Hergün görüştüğümüz bu bir avuç Bostancılı, ya gayrimüslim ya da başka ülkeleri gezmiş görmüş Bostancılı ailelerdi.

© Roz Kohen - Mendireğin
beton küplerinin üstünde
(1960)
Mendireğe destek olan beton küpler, güneş altında yatıp bronzlaşmağa fazlası ile uygundu. Uçtaki sivri kayalardan ziyade temkinli yüzücülere başka imkanlar tanıyordu. Bayanlar rahatça yayılıp, kitaplarını okuyor, günün geç saatlerine kadar oturup, gelip geçen Ada vapurlarını, su kayağı yapanları, yelkenleri ile dolaşanları seyrediyorduk. Isındıkça da Marmara'nın serin sularına yosunlu kayalardan tutunarak giriyorduk.

Kış aylarında da bu mendireği özler, güneşli hafta sonlarında aynı yerlere gidip dolaşır, hasret giderirdik.

O zamanlar alelade gibi görünen Bostancı Mendireği günlerimize, geriye baktığımda, şunu görüyorum: Bir avuç insan, sanki her şeye meydan okuyorduk. Vapur ve motorların geçtiği derin sularda korkusuzca yüzüyor, sandal ve motorları, kıyıyı korumak için yapılmış mendireği kendimize mal edip, Bostancı'nın palaj sakinlerine burun kıvırıyorduk sanki... Belki de farklılığımızın sınırlarını zorluyor, bizim neslin keşfettiği yeni kapıları açıyorduk... [Roz Kohen - KanalKultur]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder